Bolu’nun 35 km güneybatısında, 1.350 metre yükseklikteki Abant Gölü, suları tatlı olan ve en derin yeri 18 metreyi bulan, heyelan sonucu oluşmuş bir set gölü. Bölgeyi çevreleyen Abant Dağları’ndan gelen kar suları ve bir-iki küçük dere gölü besliyor.
Kış aylarında tamamen buz tutan ve çevresindeki sarıçam, karaçam, meşe, kayın, kestane, ardıç ağaçları karlarla kaplanan göl, özellikle kışın bölgeye çok büyük miktarda turist çekiyor. Diğer mevsimlerde daha çok piknik ve göl etrafında yürüyüş için tercih edilen bölgede ziyaretçilerin konaklama ve yeme-içme ihtiyaçlarını karşılayacak olanaklar da var. Ayrıca Bolu’ya giden E5 karayolundan Abant yönüne doğru sapıldığında, Abant’a kadar yarım saat boyunca yolda birçok konaklama ve yeme-içme tesisi de bulmak mümkün. Bunlar arasında Yeşil Ev hem bölgeye uygun mimarisi hem de sunduklarıyla uygun bir seçenek.
Abant Tabiat Parkı’nın tabelaları biz gittiğimizde henüz Abant Milli Parkı olarak değişmemişti. Girişte otomobil için 33 lira ödedik. Parkın girişinde Abant Tabiat Camisi isimli ahşaptan yapılmış küçük bir bina bizi karşıladı. Hemen yanında danışma olarak da kullanılan mini doğa müzesini göreceksiniz.
İçerisi içi doldurulmuş hayvanlarla dolu. Ayı, karaca, geyik, vaşak, gelincik gibi hayvanlar sergileniyor. Müzedeki akvaryumda bölgeye ait endemik bir tür olan Abant alabalıklarına ayrıca zaman ayırın. Geziniz sırasında göle dikkatlice baktığınızda bu alabalıklara kıyıya yakın yerlerde de rastlayabilirsiniz.
Sarı ve beyaz nilüferler de gölün doğal yaşamında önemli renklerden. Bir başka endemik tür olan Abant çiğdemini yükseklerdeki yamaçlarda görmek mümkün olabiliyor.
Parkın girişindeki faytonlarla ziyaretçiler gölün çevresinde gezinti yapabiliyor.
Müzenin hemen karşısında fayton ve atlar var. Gölün çevresini bunlara binerek gezebilirsiniz. Ancak atların durumu bizi biraz üzdü. Muhtemelen yem fiyatlarının artması ve turist sayısının azalması yüzünden iyi bakılamadıklarını düşündük.
Biz önce Abant Palace otelinde mola verdik. Burada ATV kiralanabildiğini öğrendik. Mola sonrası göl kenarındaki bir restoranda yemek yedik. Göl çevresinde yürüyüş, atların pisliklerinden ve yürüyüş yolunun hemen yanından geçen araba yolundan dolayı çok keyifli olmadığından, yürüyüşümüzü ormanın içine girerek ve göle dökülen bir dereyi takip ederek yaptık.
güzelleşmeye başladı. Devasa ağaçların arasında ve renkli yayla çiçeklerinin kokuları eşliğinde patika yolları takip ettik. Genelde göl çevresinde, kıyıya yakın yerlerde piknik alanları olduğundan ve buralarda mangal yakılıp yemek yendiğinden, tepelere doğru çıkıp doğanın içinde kaybolmak bize daha iyi geldi. Yürüyüşümüz sonrası arabamıza binip gölün geri kalan kısmını dolaşırken, gölde avlanan balıkçıları ve günübirlik gelen kalabalık grupların düzenlediği yayla şenliklerini gördük.
Daha çok mesire yeri gibi
Milli park içindeki insan kalabalığı ve yapılan aktiviteler biraz kafamızı karıştırdı. Zira 2873 sayılı Milli Parklar Kanunu’nun 2. maddesine göre milli park bilimsel ve estetik bakımdan, milli ve milletlerarası ender bulunan tabii ve kültürel kaynak değerleriyle koruma, dinlenme ve turizm alanlarına sahip tabiat ve gezinme alanı. Tabiat parkıysa halkın eğlenme ve dinlenmesine uygun, manzara bütünlüğü içinde, yabani hayvan ve bitki örtüsüne sahip doğa parçası olarak tanımlanıyor.
Kış aylarında çok daha bakir ve en doğal haliyle bizi kendine hayran bırakan Abant Gölü, bir milli parktan çok mesire havasındaydı. Piknik, kamp, olta balıkçılığı yapılabilen, bisiklet, fayton ve atla gezilebilen, göle giden yolda ATV’ye binilebilen, yükseklerdeki Çepni Yaylası’ndan yamaç paraşütüyle atlanabilen Abant Gölü Milli Parkı’nın, yeni statüsü doğrultusunda birtakım düzenlemelere mutlaka ihtiyacı olduğunu gözlemleyerek bölgeden ayrıldık.