Annem gazeteci olduğundan küçüklüğümden beri bazı gezilerine beni götürür. Bu seferki gezi Erzurum’a, Gökyüzü Gözlem Etkinliği’neydi. Uzaya, yıldızlara, gezegenlere çok ilgi duyuyorum; o yüzden bu gezi, benim için rüya gibi bir fırsat oldu. Erzurum’a uzun ve heyecanlı bir yolculuktan sonra vardık. Oteldeki kahvaltı molasından sonra Erzurum’un tek yerel rehberi olan Canan Abla (Şimşek) bizi aldı ve kenti tanıtmak için önce genel bir tur attırdı. Burası bir Selçuklu şehri. Coğrafi olarak çok geniş, tam dokuz kente sınırı var.
Bilge, Deneyap Atölyesi’nde
İpekyolu’nun önemli bir durağı. Kentin komşusu bol olunca, şimdi çoğu ayakta olmayan birçok kapısı varmış. Kendileri yok ama isimleri eskiden bulundukları bölgede yaşıyor. Tebriz Kapı, Gürcü Kapı, İstanbul Kapı gibi… Gezi sırasında Selçuklu yöneticilerinin eşleri ve kızları adına yaptırdığı ‘hatun’ isimli medreseler, anıt mezar olan kümbetler dikkatimi çekti. Hatuniye Medresesi, Cimcime Hatun Kümbeti gibi… Tarihimizde kadınlara verilen değeri görmek beni mutlu etti. Erzurum Büyükşehir Belediyesi bir Osmanlı çarşı yapısı olan Tebrizkapı Çarşısı’nı sosyal tesis haline getirmiş. Tesisler, İlhanlı ya da Selçuklu döneminde bir kadın tarafından yaptırılmış Çifte Minareli Medrese’ye bakıyordu. Etkileyici manzaraya karşı oturup dinlendik.
Doğu Anadolu Gözlemevi
Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, TÜBİTAK Ulusal Gökyüzü Gözlem Etkinliği’ni Anadolu’nun farklı şehirlerine yayarak her yaştan gökyüzü meraklısını bir araya getiriyor. Turgut Uyar’ın şiirinden esinlenerek oluşturulan ‘Göğe Bakma Durağı’ mottosuyla düzenlenen gökyüzü gözlem etkinlikleri Diyarbakır, Van ve Erzurum’un ardından 18-21 Ağustos’ta Antalya’da final yapacak.
Kayak merkezinde bilim
Canan Abla rehberliğinde yemeğe giderken bize çok sevdiği kentini anlatmaya devam etti. Ve bizi iki kebap ustası hariç, tümüyle kadınların çalıştığı Yağmur Kebap’a götürdü. Bugün de geçmişindeki gibi kadınların ön planda olduğu bir yer olmasını çok sevdim. Cağ, şiş demekmiş. “Kuzu eti sadece soğan, tuz ve karabiberle terbiyelenip odun ateşinde çevrilerek pişiriliyor” diye anlattı ustalar. Çok lezzetli. Ama yemekten önemlisi, artık şenlik saati gelmişti. Yola çıktık. Etkinlik, Konaklı Ejder 3200 isimli kayak merkezinde yapıldı.
Kamp alanı
Kar yok ama çok yüksek. Vücudumuz alışkın değil, kulaklarımız uğulduyor biraz ama çabuk alışıyoruz. Etkinlik alanı büyük ve düzenli. Yan yana dizili stantlar çok güzel, çadırda konaklayanlar için çadır alanı var. Türkiye’nin her yerinden başvuran ve kurayla seçilen 600 kişi gelmiş. Annemle etkinliklerin yapıldığı yere gittik. Bir güneş saati yaptım, nasıl çalıştığını öğrendim. Deneyap Atölyeleri’nin standında minik torna tezgâhları vardı. İsmimin ilk harfini tahtadan modelledim. Üç boyutlu yazıcılar, teleskoplar ve uzay temalı çeşitli etkinlikler vardı. BİLSEM grupları, TÜBİTAK çalışanları bizim gibi meraklı gençlerin sorularını yanıtlıyordu. Akşama doğru tüm katılımcılar başka bir çadıra geçip yetkililerin açılış konuşmalarını dinledik. Çok kişi konuştu ama ben ikisinden çok etkilendim; TÜBİTAK Başkanı Prof. Dr. Hasan Mandal ve son konuşmayı yapan Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank. İki konuşma da ilham vericiydi ve bilim alanında bir meslek edinme fikrim daha kesinleşti. Gözlem için havanın kararmasını beklerken yine TÜBİTAK’tan iki biliminsanıyla sohbet ettim. Onlarla sohbet ederken de kendimi çok şanslı hissettim.
Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank, daha sonra sadece gazetecilerle sohbet etti ve hem gökyüzü gözlem etkinliklerinden, hem elektrikli araç hem de uzay çalışmalarından bahsetti. Türkiye’nin uzay çalışmaları bildiğimden çok daha ilerideymiş. Ben de söz isteyip kendisine bir soru sordum: “ISS gibi insanlı bir uzay üssümüz olacak mı?” Bana uzun uzun aslında yapılmış bir şey için zaman ve para harcamayacaklarını, o çalışmalara ortak olup örneğin uzay taşımacılığı için geliştirilen hafif roket motorlarımızla farklı bir alanda ilerlediğimizi, diğer ülkelerin bu çalışmalarımızı dikkatle takip ettiğini anlattı. Gurur duydum.
Belgesellerdeki gibi
Hava karadığında otobüsle daha yukarıya tırmanarak neredeyse 4 bin metredeki DAG’a vardık. DAG, Doğu Anadolu Gözlemevi’nin kısa adı. Burası tamamlandığında Avrupa’nın en büyük teleskopuna ev sahipliği yapacak. 4 metre çapında ve 4 ton ağırlığındaki ayna henüz yerleştirilmemiş; bu işlemler bittiğinde Hubble Teleskopu’ndan daha yüksek çözünürlükte görüntü alacak ve James Webb Teleskopu gibi kızılötesi gözlem yapabilecek. Otobüsten inince nefes almakta zorlandım, ayrıca hava çok soğuktu ama önemli değildi çünkü gördüklerime değdi… DAG’ın içine girdik. Küçüklüğümden beri belgesellerde teleskopları görüyordum ama bu kadar yakından görmek farklı… Teleskopun demir iskeletini, kabloları, teleskopu döndüren hidrolik mekanizmalarını görmek, incelemek bir çocuk için çikolata fabrikasına düşmek gibi…
Büyüdüğümde eğer burada çalışabilirsem “Ben küçükken buraya gelmiştim” demek ne kadar güzel olur. DAG’ı görüp tekrar ana gözlem alanına döndük. Taşınabilir teleskopların olduğu alanda 5 bölge oluşturulmuştu. Her bölgede üniversite öğrencileri, ellerinde lazerlerle katılan herkese tek tek yıldızların yerlerini gösteriyor ve evreni anlatmaya çalışıyorlardı. Teleskoplardan Satürn’ü ve halkalarını, M13 Yıldız Kümesi’ni, Andromeda Galaksisi’ni, Yüzük Bulutsusu’nu gözlemledik. Yıldız kümelerini, takımyıldızları belgeselde değil, gözlerimle görmek anlatması güç bir şey. Bazı takımyıldızlarını ve Kutupyıldızı’nı bulmayı öğrendim. Hatta anneme öğrendiklerimi anlatırken beni duyan bir astronomi öğrencisi lazerini verip “Hadi göster bakalım” dedi. Yıldızları gösterirken de sohbet ettik. Büyüdüğümde astrobiyolog olmak istediğimi öğrenince bana tavsiyeler verdi. O da bu alanda çalışmak istiyormuş. Gözlem alanında ay doğana kadar yıldızları izleyip Samanyolu’na baktık, fotoğraflar çektik. Sabah 4’e kadar, çok üşüsem de harika bir deneyim yaşadım.
Yarım kalan şaheser
Çifte Minare
Erzurum gezimizin ikinci günü kısa bir tarihi eser turuyla tamamlandı. Çifte Minareli Medrese’nin etkileyici bir öyküsü var. Minareleri yapan usta ve çırağı tatlı bir yarışla ince ince süsledikleri minarelerinde belli bir noktaya gelmiş. Çırak biraz daha güzel yaptığını düşünmüş ve böbürlenmiş. Ustasından su istemiş. Bu gerçekten çok ayıp ve kaba bir davranış olarak ustanın onurunu zedelemiş. Usta üzüntüsünden kendini minareden atmış, bunu gören çırak “Ben ne yaptım” deyip kendini atınca iki minare de yarım kalmış. Medrese, dönemin üniversitesi. Taş odaların kapısında içerideki dersi simgeleyen işlemeler var. Geometrik işleme matematik, çiçek kabartması fen bilimleri gibi… Bu odalarda bugün Erzurum’u tanıtan bir sergi var. El yazmaları, ahşap işlemeli kapılar gibi eserlerin arasında bir de kentten çıkan doğal taşlar bölümü vardı. Doğal taş odasında olivin görünce çok sevindim. Daha önce izlediğim bir belgesel sayesinde tanıdığım biliminsanı Victor Goldschmidt dünyadaki yaşamı başlatan karmaşık moleküllerin kaynağının olivin olduğunu düşünüyor. Bu konuda bir tezi var. Yıldızları ve gezegenleri incelediğim bir gezide karşıma çıkması şaşırtıcı bir tesadüftü. Son olarak oltutaşı işleyenlerin olduğu Vakıf Han’dan hediyelikler alarak bu güzel kente ‘tekrar gelmek üzere’ veda ettik…